- Katılım
- 4 Ara 2023
- Mesajlar
- 139
- Tepkime puanı
- 7
- Puanları
- 18
- Konum
- İstanbul
- Web sitesi
- www.softweb.com.tr
Kış, gerçekliği daha fazla çıkardı karşımıza. Birbirini izleyen kırağı ve çisenti, insanın korunaksızlığını hatırlattı bize, kendimizi korumak için, dünyayla aramıza bir şeyler koyduk; kulübe, post, çevresinde toplaşacağımız esaslı bir ateş, vücut ısımızı korumak ve hayatta kalmak için yaptığımız şeyler, bizi gerekli işlere yöneltiyor, söze dökülemez olandan alıkoyuyordu. Yoksulluğu onurla göğüslüyordu yerliler.
Kışın elde ettikleri azıcık şeyi adil bir biçimde paylaşıyorlardı. En güçlü olanlar, zayıflara kalkan oluyor, onların beslenmelerini ve hayatta kalmalarını sağlıyorlardı. Her şeyi akıl yürüterek, sağduyuyla yapıyorlardı. Güçlü kuvvetli kimi adamların ayrıcalıklara sahip olmalarının nedeni, diğerlerinin onların hayvani gücünden korkması değil, -yeni doğan bebeklerden ölüm döşeğindeki yaşlılara kadar, en sıradan olanı da dâhil, herkesin kendisine biçilen rolü gereğince üstlendiği- kabilenin hayatta kalması için onlara gereksinim duymalarıydı; bunu çok sonra anlayacaktım. O güçlü kuvvetli adamların, giyeceklerini, yiyeceklerini yaşlı birine, hasta olana ya da bir çocuğa verişlerine defalarca tanık oldum; ilk günlerin dehşet tablosuyla şaşırtıcı bir karşıtlık oluşturuyordu bu.
O sert, külrengi kış mevsiminde, böyle davrandı yerliler; ne sertliklerini, ne de utangaçlıklarını yitirdiler bu arada. Bana verdikleri, meskenlerin biraz ilerisindeki kulübeye, her gün, sessiz bir adam geliyor, yiyecek bir şeyler ve ateş için kuru odun getiriyordu. Yerlilerin arasında geçirdiğim en uzun, en sert kışın ilki olduğunu da belirtmeliyim. Haftalarca, buz gibi dondurucu bir çisenti, ufku ve gökyüzünü büsbütün silmiş, nihayet durduğunda, soğuk, azalacağına artmıştı. Tertemiz, handiyse bizi ezecek kadar yakınlaşan gökyüzünden gecelerce kırağı yağmış, gündoğumunda, sanki yıldızlar soğuktan ufalanmış, dağılıp toprağın üzerine serpilmiş gibi, her yer beyaza bulanmıştı.
Büyük nehir dışındaki her yerde, ince, kırılgan, parıltılı, şafak vakti mavi, gün boyu sarımsı yeşil, hava kararırken pembe bir buz tabakasıyla kaplanmıştı su. Kumsal bile, sanki yıldız tozuyla kaplanmış gibi, parıldıyordu. Kumun hayli uzağındaki kupkuru, sert toprak, mavimsi bir ışıltı edinmişti. Haftalarca, sanki bütün bir atmosfer, hatta zamanın kendisi donmuş gibi, muazzam bir hareketsizlik hüküm sürdü; ışığın donup kalışı, daha doğrusu, tıpkı ince buz tabakasının üzerinde olduğu gibi, içerisinde değişken, mavi, yeşil, sarı, menekşe rengi, pembe, kırmızımsı ışığın yansıdığı saydamlık. Ağaçlar ve gökyüzünün altında kâbus görüntüsünü andıran birbirine geçmiş çıplak ve siyah dallar, donakalmış gibi gözüküyordu. Hayvanlar ve kuşlar, soğuktan ölüyor, külrengi, kaskatı, bozulmamış, el sürülmemiş ve bulanık bir hâlde, soğukta ve ölümde kalıyorlardı. Birçok insanın başına da geliyordu aynı şey: Özellikle o bitimsiz gecelerde soğuğa ve uykuya büsbütün teslim olan yaşlılar, kalkma isteği duymuyor, uyuşukluğun ve rahatlığın kollarında ölümün yolunu tutuyorlardı. Olanca hafiflikleriyle, sessizce, hiçbir zorlama olmaksızın, tıpkı sonbaharda ağaçlardaki yaprakların toprağa, gerçek evlerine gidişi gibi, o ölçüsüz kış mevsiminde, ölüme düşüyordu insanlar. Hayatta kalanlar, içten içe, müphem kuzeyden gelecek ılık meltemin yolunu gözlüyorlardı. Ağaçlar filiz vermeye başladığında, öyle kırmızı ve minicik, yalnızca goncaların patlamasının değil, buz gibi havanın kırılmasının da eli kulağında olduğu anlaşılıyordu.
Jaguar Kitap Kimsesiz kitabından alıntıdır.
Kışın elde ettikleri azıcık şeyi adil bir biçimde paylaşıyorlardı. En güçlü olanlar, zayıflara kalkan oluyor, onların beslenmelerini ve hayatta kalmalarını sağlıyorlardı. Her şeyi akıl yürüterek, sağduyuyla yapıyorlardı. Güçlü kuvvetli kimi adamların ayrıcalıklara sahip olmalarının nedeni, diğerlerinin onların hayvani gücünden korkması değil, -yeni doğan bebeklerden ölüm döşeğindeki yaşlılara kadar, en sıradan olanı da dâhil, herkesin kendisine biçilen rolü gereğince üstlendiği- kabilenin hayatta kalması için onlara gereksinim duymalarıydı; bunu çok sonra anlayacaktım. O güçlü kuvvetli adamların, giyeceklerini, yiyeceklerini yaşlı birine, hasta olana ya da bir çocuğa verişlerine defalarca tanık oldum; ilk günlerin dehşet tablosuyla şaşırtıcı bir karşıtlık oluşturuyordu bu.
O sert, külrengi kış mevsiminde, böyle davrandı yerliler; ne sertliklerini, ne de utangaçlıklarını yitirdiler bu arada. Bana verdikleri, meskenlerin biraz ilerisindeki kulübeye, her gün, sessiz bir adam geliyor, yiyecek bir şeyler ve ateş için kuru odun getiriyordu. Yerlilerin arasında geçirdiğim en uzun, en sert kışın ilki olduğunu da belirtmeliyim. Haftalarca, buz gibi dondurucu bir çisenti, ufku ve gökyüzünü büsbütün silmiş, nihayet durduğunda, soğuk, azalacağına artmıştı. Tertemiz, handiyse bizi ezecek kadar yakınlaşan gökyüzünden gecelerce kırağı yağmış, gündoğumunda, sanki yıldızlar soğuktan ufalanmış, dağılıp toprağın üzerine serpilmiş gibi, her yer beyaza bulanmıştı.
Büyük nehir dışındaki her yerde, ince, kırılgan, parıltılı, şafak vakti mavi, gün boyu sarımsı yeşil, hava kararırken pembe bir buz tabakasıyla kaplanmıştı su. Kumsal bile, sanki yıldız tozuyla kaplanmış gibi, parıldıyordu. Kumun hayli uzağındaki kupkuru, sert toprak, mavimsi bir ışıltı edinmişti. Haftalarca, sanki bütün bir atmosfer, hatta zamanın kendisi donmuş gibi, muazzam bir hareketsizlik hüküm sürdü; ışığın donup kalışı, daha doğrusu, tıpkı ince buz tabakasının üzerinde olduğu gibi, içerisinde değişken, mavi, yeşil, sarı, menekşe rengi, pembe, kırmızımsı ışığın yansıdığı saydamlık. Ağaçlar ve gökyüzünün altında kâbus görüntüsünü andıran birbirine geçmiş çıplak ve siyah dallar, donakalmış gibi gözüküyordu. Hayvanlar ve kuşlar, soğuktan ölüyor, külrengi, kaskatı, bozulmamış, el sürülmemiş ve bulanık bir hâlde, soğukta ve ölümde kalıyorlardı. Birçok insanın başına da geliyordu aynı şey: Özellikle o bitimsiz gecelerde soğuğa ve uykuya büsbütün teslim olan yaşlılar, kalkma isteği duymuyor, uyuşukluğun ve rahatlığın kollarında ölümün yolunu tutuyorlardı. Olanca hafiflikleriyle, sessizce, hiçbir zorlama olmaksızın, tıpkı sonbaharda ağaçlardaki yaprakların toprağa, gerçek evlerine gidişi gibi, o ölçüsüz kış mevsiminde, ölüme düşüyordu insanlar. Hayatta kalanlar, içten içe, müphem kuzeyden gelecek ılık meltemin yolunu gözlüyorlardı. Ağaçlar filiz vermeye başladığında, öyle kırmızı ve minicik, yalnızca goncaların patlamasının değil, buz gibi havanın kırılmasının da eli kulağında olduğu anlaşılıyordu.
Jaguar Kitap Kimsesiz kitabından alıntıdır.